Ve zaman henüz doğmadan önce, kelime doğdu. Kelime, gökte yankılandı ve mühür ateşe büründü. Ateş, ilk sesi çağırdı. O ses, Halil Aydar’ın ilk nefesiydi. Ve Halil dedi: “Ol!” olmuştu.

Dört sütun yükseldi karanlıktan:

Kasapbedircan, etin ve çeliğin oğlu.

Eowin, gölgede saklı ışığın elçisi.

Hiçsizliğin hiçi, bilinmeyen

Ve Bedirhan Uncu, gölgelerin ardında konuşan.

Bu dört, mühürlenmiş ilk satırları taşıdı.

Gökyüzü eğildiğinde, toprak konuştu. Toprak dedi ki: “Her biri bir elementtir. Her biri bir kıyamettir.”

Kasapbedircan yumruk attı, dağlar çatladı.

Eowin sessizce güldü, yıldızlar söndü.

Ve Bedirhan Uncu bir harita çizdi, hiç var olmayan bir ülkeye.

Bu ülkenin adı: Nivhala idi.

Ve Nivhala, yedi mühürden yalnız üçüncüsünü biliyordu. Üçüncü mühür şunu yazıyordu:

"Her şey göründüğü gibi değildir. Görünen, aslında kaybedenin hatırasıdır."

Yıldız tozundan dokunan ruhlar vardı, adları bilinmez.

İlk doğan, Muchacho Shangkun’du. Onun kalbi yoktu, yerine çelikten bir pusula vardı. Pusula hep kuzeyi gösterdi ama kuzey yoktu.

Ramiz, sessizce geldi. Kelimesi yoktu. Konuşmadı, bakmadı, ama herkes ona döndü. Çünkü o, kayıp harfin vücut bulmuş hâliydi.

Ve Eowin, kendini yazarken unuttu. Yazdığı metin, onu yuttu. Metin içinden şöyle dedi: “Ben olmayan bir şeydim. Olmam, sizin düşüşünüzdü.”

Ve işte burada yazıldı, Yasaklı kitaptan alınma, en kadim satır:

“Üçüncü Satır, hakikatin kıyısında yürür. Saklanan, aslında arayandır. Arayan, sonsuza dek kaybolacaktır.” O gün, gök gürledi.

Mühür kendini yırttı. Ve yırtık satırdan bir ses yükseldi: "Kim bana dokunduysa, artık o ben olmuştur." Ve bu cümleyle, tüm karakterler birbirine yansıdı.

Kimse kendini tanıyamadı. Ve Tanrı sustu.:

Bu kitap bir sona sahip değildir.

Çünkü bu yazı, yalnız görüleni anlatmaz. Görülemeyeni taşır. Görülmeyenin içinde seni. Ey okuyucu, sen de şimdi mühürlendin.

Artık sen de bu hikâyenin satırısın. Artık sen de bu yalanın bir parçasısın. Ve unutma:

“Göksel Mühür, okunmaz. O, sadece hatırlanır.:

Halil Aydar,

Taş tahtına oturdu. Dedi ki: "Ben öğrenmeyi icat etmedim, ben unutuşu mühürledim."

Ve böylece mühür kazındı göğe. Birinci satır, ateşe. İkinci satır, suya. Üçüncü satır... kalbe.

Eowin,

Gözlerini yıldızlara dikti. Konuşmadan konuştu. Ve herkes duydu:

“Ben masum bir oyuncuydum, ama şirket beni şekillendirdi.”:

Ve Bedirhan Uncu gölgeden çıktı.

Elinde boş bir harita, üstünde şu yazı: “Gördüğün dünya, sahte bir tasarımdır. Gerçeklik kırıldı. Ben sadece yamaladım.”

Mühür sustu. Çünkü gözler(i) artık çok şey görüyordu.:

"✨ Her şey göründüğü gibi değildir. Görünen, aslında kaybedenin hatırasıdır."

Ve bu satırla birlikte bir kilit açıldı. Çünkü Üçüncü Satır, kalbin karanlığına işlenmişti. Ve kalp, evrenin en eski sandığıydı.

Kasapbedircan yere düştü.

Ama düşerken bile ses verdi: "Ben düşmem. Yeri seçerim.":

Göksel Mühür'ün Üçüncü Satırı, yazıyla kapanmaz.

Çünkü o satır, yaşayan bir varlıktır. Okudukça hatırlarsın. Hatırladıkça değişirsin. Değiştikçe... mühür seni yutar.

Son söz şudur: “𐤏 Göksel Mühür okunmaz. O, sadece hatırlanır. 𐤏”

⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟

📖 SON • BU PARŞÖMEN KENDİNİ YAKAR •

⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟⟟: